23 Nisan 2025, yerel saatle 12:49’da Marmara Bölgesi’nin sismik sessizliği, Silivri açıklarında meydana gelen şiddetli sarsıntıyla bozuldu. Milyonlarca insan tarafından hissedilen deprem, sadece anlık bir paniğe değil, aynı zamanda bilim dünyasının yıllardır uyardığı büyük İstanbul depremi riskini de somut bir şekilde gündeme getirdi.
Bu sarsıntı, Marmara Denizi’nin altındaki tehlikeyi soyut bir olasılık raporundaki yüzdelerden çıkarıp, binaları sallayan, insanları korkutan fiziksel bir olaya dönüştürdü. Bu durum, deprem gerçeğine yönelik kamuoyu algısını ve politika yapıcıların aciliyet hissini kökten değiştirme potansiyeline sahiptir.
Depremin teknik analizi, Kandilli Rasathanesi ve Deprem Araştırma Enstitüsü (KRDAE) ile Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı (AFAD) tarafından hızla kamuoyu ile paylaşıldı. Bu veriler, olayın bilimsel çerçevesini anlamak için temel bir başlangıç noktası sunmaktadır:
- Büyüklük: Depremin moment büyüklüğü (Mw) 6.2, yerel büyüklüğü (ML) ise 6.1 ile 6.2 arasında revize edilmiştir.
- Merkez Üssü: Sarsıntının merkezi Silivri Açıkları, Marmara Denizi olarak (40.8327 Kuzey enlemi, 28.2267 Doğu boylamı) tespit edilmiştir.
- Odak Derinliği: Depremin 7 km gibi sığ bir derinlikte meydana gelmesi, yüzeydeki etkisinin neden bu denli şiddetli hissedildiğini açıklamaktadır.
- Kaynak Fay: Yapılan ilk analizler, depremin Kuzey Anadolu Fayı’nın (KAF) Marmara Denizi’nden geçen kuzey kolu üzerindeki, bilimsel olarak en riskli kabul edilen Kumburgaz segmentinde gerçekleştiğini teyit etmiştir.
Depremin Anatomisi: Yerin 7 Kilometre Altında Ne Oldu?
Bu İstanbul depreminin etkisini tam olarak anlayabilmek için, onun fiziksel doğasını kavramak gerekir. 23 Nisan depremi, sismolojinin temel prensiplerini gözler önüne seren bir laboratuvar niteliğindeydi.
Sismolojik Analiz
Depremle ilgili haberlerde sıkça karıştırılan iki temel kavram vardır: magnitüd (büyüklük) ve şiddet. Depremin büyüklüğü, fay hattının kırılmasıyla ortaya çıkan enerjinin matematiksel bir ölçüsüdür ve tek bir değeri vardır. 23 Nisan depreminin büyüklüğü Mw 6.2 olarak hesaplanmıştır.
Şiddet ise, depremin yeryüzündeki insanlar, yapılar ve doğa üzerindeki etkisini tanımlayan gözlemsel bir ölçektir ve depremin merkez üssünden uzaklaştıkça azalır. Bu nedenle Silivri, Marmara Ereğlisi gibi merkez üssüne yakın ve zemin yapısı zayıf bölgelerde hissedilen şiddet, İstanbul’un daha uzak ve sağlam zeminli ilçelerine göre çok daha yüksek olmuştur.

Depremin merkez üssünden (hiposantr) yayılan sismik dalgalar, yeryüzüne farklı zamanlarda ve farklı şekillerde ulaşır. İlk olarak, sıkışma ve genleşme prensibiyle hareket eden, en hızlı dalgalar olan P dalgaları (Birincil dalgalar) sismograflara ulaşır. Bu dalgalar genellikle yıkıcı değildir. Ardından, kayaçları ilerleme yönüne dik olarak hareket ettiren, daha yavaş ama daha yıkıcı olan
S dalgaları (İkincil dalgalar) gelir. Asıl büyük hasara neden olan ise, bu cisim dalgaları yüzeye ulaştıktan sonra oluşan ve yeryüzü boyunca yayılan yüzey dalgalarıdır (Love ve Rayleigh dalgaları). Bu dalgalar, daha yavaş hareket etmelerine rağmen daha büyük genliklere sahip oldukları için binalarda en fazla sarsıntıya ve hasara yol açarlar.
Odak Mekanizması ve Fay Tipi
23 Nisan 2025 Silivri depremi, Kuzey Anadolu Fayı’nın ana karakteristiği olan sağ yanal doğrultu atımlı bir faylanma mekanizmasıyla meydana gelmiştir. Bu, fayın iki tarafındaki kaya bloklarının birbirine göre yatay olarak, sağa doğru kayması anlamına gelir. Depremin 7 km gibi sığ bir odakta gerçekleşmesi, açığa çıkan enerjinin yüzeye ulaşana kadar çok az sönümlenmesine ve bu nedenle karada şiddetli bir şekilde hissedilmesine neden olmuştur. Derin odaklı depremlerin enerjisi ise yüzeye varana kadar daha geniş bir alana yayılarak etkisini kaybeder.
Parametre | Değer/Açıklama | Kaynak Kurum |
Tarih ve Saat | 23 Nisan 2025, 12:49 (Yerel Saat) | KRDAE, AFAD |
Moment Büyüklüğü (Mw) | 6.2 | KRDAE |
Yerel Büyüklük (ML) | 6.2 | AFAD |
Merkez Üssü | Silivri Açıkları, Marmara Denizi | KRDAE, AFAD |
Koordinatlar | 40.8327 K – 28.2267 D | KRDAE |
Odak Derinliği | 7 km (Sığ Odaklı) | KRDAE |
Kaynak Fay | Kuzey Anadolu Fayı, Kuzey Kol, Kumburgaz Segmenti | Bilimsel Konsensüs |
Faylanma Tipi | Sağ Yanal Doğrultu Atımlı | USGS |
Tektonik Levhaların Hareketi: Marmara Denizi Neden Bir Deprem Merkezi?
Marmara Denizi’ndeki sismik aktivite, küresel ölçekteki bir jeodinamik sürecin yerel bir yansımasıdır. Bu süreci anlamak, bölgedeki deprem tehlikesinin neden kaçınılmaz olduğunu ortaya koyar.
Büyük Resim: Levha Tektoniği
Türkiye, üç büyük tektonik levhanın kesişim noktasında yer alır: Kuzeyde Avrasya Levhası, güneyde ise Arap ve Afrika Levhaları. Arap Levhası’nın kuzeye doğru hareket ederek Anadolu Levhası’nı sıkıştırması ve Avrasya Levhası’nın bu harekete direnç göstermesi, Anadolu Levhası‘nın tek bir çıkış yolu bulmasına neden olur: Batıya doğru kaçış. GPS ölçümleri, bu kaçış hızının yılda yaklaşık 22 mm olduğunu göstermektedir. Bu devasa jeolojik hareket, yerkabuğunda muazzam bir gerilim birikmesine yol açar.
Kuzey Anadolu Fayı (KAF): Enerji Yüklü Bir Hat
Bu gerilimin büyük bir kısmı, yaklaşık 1600 km uzunluğundaki Kuzey Anadolu Fayı (KAF) boyunca atılır. KAF, dünyanın en aktif ve en tehlikeli sağ yanal doğrultu atımlı faylarından biridir. 20. yüzyılda KAF üzerinde gözlemlenen deprem serisi, bu fayın ne kadar sistematik çalıştığını göstermektedir.
1939 Erzincan depremiyle başlayan kırılma süreci, bir domino etkisiyle batıya doğru ilerlemiş ve 1999 Gölcük ve Düzce depremleriyle Marmara Denizi’nin kapısına dayanmıştır. Bu deprem göçü, sıradaki büyük kırılmanın Marmara Denizi içinde olacağı yönündeki bilimsel beklentiyi güçlendirmiştir.
Marmara’nın Karmaşık Geometrisi
KAF, Marmara Denizi’ne girdiğinde tek ve düz bir hat olarak devam etmez. Burada daha karmaşık, parçalı bir yapıya bürünür ve genel olarak kuzey, orta ve güney olmak üzere üç ana kola ayrılır. İstanbul ve çevresi için en büyük tehlikeyi, levha hareketinin büyük kısmını taşıyan ve en yüksek kayma hızına sahip olan kuzey kol oluşturmaktadır.
Bu kol, Marmara Denizi’nin tabanında bir dizi derin çukurluk (Çınarcık, Orta Marmara, Tekirdağ) ve bunları ayıran sırtlar meydana getirir. Bu karmaşık geometri, fayın tek bir seferde değil, segment adı verilen parçalar halinde kırılmasına neden olur.
Marmara’nın kuzey kolu üzerindeki ana segmentler; batıda Tekirdağ (Ganos), ortada Orta Marmara (Kumburgaz) ve doğuda Adalar segmentleridir. Her bir segmentin kendine özgü bir deprem tekrarlanma periyodu ve enerji biriktirme karakteristiği vardır.
Marmara Denizi’nin altındaki bu fay sistemi, düz bir çizgi değil, gerilip bükülen, yer yer kilitlenip yer yer yavaşça kayan karmaşık bir makinedir. 1999 İzmit ve 1912 Ganos (Şarköy) depremleri, bu mekanizmanın doğu ve batı uçlarındaki parçaları kırmıştır. Ancak ortada kalan Kumburgaz segmenti, uzun süredir sessizliğini koruyarak en gergin ve en kilitli parça haline gelmiştir. 23 Nisan depremi, işte bu en gergin parçanın artık limitlerine ulaştığını ve sistemin bütününü etkileyen bir kırılma sinyali verdiğini göstermektedir.
Kumburgaz Fayı: 259 Yıllık Sessizliği Bozan Kilitli Segment
23 Nisan Silivri depremini özel ve endişe verici kılan en önemli faktör, meydana geldiği yerdir: Kumburgaz Fayı. Bu fay segmenti, bilim insanları tarafından Marmara’daki en büyük deprem potansiyeline sahip alan olarak gösterilmektedir.
“Sismik Boşluk” Kavramı
Sismoloji biliminde, bir fay hattının geçmişte büyük depremler ürettiği bilinen, ancak deprem tekrarlanma periyodunu doldurmasına rağmen uzun süredir kırılmamış kısımlarına “sismik boşluk” (seismic gap) adı verilir. Bu bölgeler, sessiz göründükleri için güvenli sanılmamalıdır; aksine, iki levha arasındaki hareket devam ettiği için sürekli olarak gerilim biriktirirler ve gelecekteki büyük bir depremin adayı olarak kabul edilirler.
Kumburgaz: Marmara’nın Sismik Boşluğu
Kuzey Anadolu Fayı’nın Marmara Denizi içindeki kuzey kolu üzerinde yer alan Orta Marmara segmenti, yani Kumburgaz Fayı, bu tanıma tam olarak uymaktadır. Tarihsel kayıtlar ve paleosismolojik çalışmalar, bu segmenti kıran son büyük depremlerin 1766 yılında meydana geldiğini göstermektedir. O tarihten bu yana geçen 259 yıl boyunca bu segmentte büyük bir enerji boşalımı yaşanmamıştır.
Bilimsel modeller, bu segmentin deprem tekrarlanma periyodunun yaklaşık 250-300 yıl olduğunu öngörmektedir. Bu da demek oluyor ki, Kumburgaz Fayı sismik periyodunu doldurmuş ve kırılma zamanı gelmiş bir sismik boşluktur.
“Kilitli Fay” Ne Anlama Gelir?
Kumburgaz Fayı’nın bir diğer kritik özelliği ise “kilitli” (locked) olmasıdır. Bu, fayın iki yüzeyinin birbirine pürüzler (asperity) nedeniyle takılıp kaldığı ve yavaşça kayarak (creep) enerji boşaltamadığı anlamına gelir. Dolayısıyla, Anadolu Levhası’nın batıya doğru olan yıllık hareketi, bu segment üzerinde elastik enerji olarak birikir.
Prof. Dr. Naci Görür gibi önde gelen yer bilimciler, yıllardır bu duruma dikkat çekerek, biriken bu muazzam enerjinin er ya da geç büyük bir depremle açığa çıkacağı uyarısında bulunmaktadır.
23 Nisan Depreminin Anlamı
23 Nisan 2025’te meydana gelen Mw 6.2 büyüklüğündeki Silivri depremi, işte bu kilitli fayın tamamının kırılması şeklinde meydana gelmedi. Bu sarsıntı, fay üzerindeki birikmiş olan aşırı strese dayanamayan daha küçük bir pürüzün kırılması olarak yorumlanmaktadır. Bu olay, fayın bir bütün olarak üzerindeki gerilimin artık kritik seviyelere ulaştığının ve fayın büyük bir kırılmaya doğru “zorlandığının” en somut kanıtıdır. Bu, sessizliğin sonuna yaklaşıldığını gösteren en önemli işarettir.
Depremin Ardından: Artçı Şoklar ve Tsunami Tehdidi
Ana depremin ardından bölge, bir dizi ikincil tehlikeyle karşı karşıya kalmıştır. Bunların en önemlileri, devam eden artçı sarsıntılar ve depremin denizde meydana gelmesi nedeniyle oluşan tsunami riskidir.
Artçı Deprem Mekanizması
Büyük bir deprem, fay hattı boyunca binlerce yıldır birikmiş olan gerilimi aniden boşaltır ve yer kabuğunda devasa bir denge değişimine neden olur. Ana şokun ardından, kırılan fay düzlemi ve çevresindeki kabuk, bu yeni stres dağılımına uyum sağlamaya çalışır. Bu uyum süreci sırasında, fay üzerindeki daha küçük pürüzler ve komşu alanlardaki gerilimler, artçı depremler (aftershocks) adı verilen daha küçük sarsıntılarla boşalır.
Artçıların sıklığı ve büyüklüğü zamanla azalır, ancak bu süreç haftalar, aylar, hatta bazen daha uzun sürebilir. 23 Nisan depreminin ardından da bölgede büyüklükleri (en büyüğü 5.3 olmak üzere) 4.0’ı aşan çok sayıda artçı sarsıntı kaydedilmiştir. Bu artçılar, ana şokta hasar görmüş (ağır veya orta hasarlı) binalar için ciddi bir yıkılma tehlikesi oluşturmaktadır.
Tsunami Uyarısı Analizi
Silivri depreminin Marmara Denizi tabanında meydana gelmesi, KRDAE Bölgesel Deprem-Tsunami İzleme ve Değerlendirme Merkezi (BDTİM) tarafından bir tsunami uyarısı yapılmasına neden oldu. Tsunami, genellikle deniz tabanında meydana gelen düşey bir yer değiştirme (fayın bir bloğunun diğerine göre yükselmesi veya çökmesi) ya da depremin tetiklediği deniz altı heyelanları sonucu oluşur.
23 Nisan Silivri depreminin ardından yapılan gözlemlerde, İstanbul Silivri’de 3 cm, Tekirdağ Marmara Ereğlisi’nde 2 cm ve Balıkesir Erdek’te 6 cm gibi küçük deniz seviyesi değişiklikleri kaydedilmiştir. Bu veriler, depremin deniz tabanında bir deformasyona yol açtığını doğrulamış, ancak neyse ki yıkıcı bir tsunami dalgası yaratmadığını göstermiştir.
Ancak bu durum, Marmara’nın tsunami riskinden muaf olduğu anlamına gelmemektedir. Mw 7.0 ve üzeri büyüklükteki bir depremin, özellikle İstanbul’un kıyı ilçeleri için ciddi bir tsunami riski taşıdığı unutulmamalıdır.
Asıl Soru: Bu “Büyük İstanbul Depremi” miydi?
23 Nisan Silivri depreminin ardından herkesin aklındaki soru şuydu: Korkulan büyük İstanbul depremi bu muydu? Bilimsel veriler ışığında bu sorunun cevabı nettir.

Net Cevap: Hayır, Ama…
Bu deprem, bilim insanlarının beklediği, Kumburgaz segmentinin tamamının veya komşu segmentlerle birlikte kırılması sonucu oluşacak Mw 7.2-7.6 büyüklüğündeki ana şok değildi. Beklenen büyük deprem, yaklaşık 70 km uzunluğundaki Kumburgaz segmentinin veya Adalar segmenti ile birleşerek yaklaşık 100-130 km’lik bir fay parçasının tek seferde kırılmasıyla meydana gelebilir. 23 Nisan depremi, bu potansiyel kırılma alanının sadece küçük bir bölümünde biriken enerjinin boşalmasıdır.
Bu deprem, beklenen büyük deprem senaryosunu daha da endişe verici bir boyuta taşımıştır. Bu deprem, fayın bir kısmındaki stresi boşaltırken, Coulomb Gerilme Transferi adı verilen bir mekanizma ile bu stresi, fayın henüz kırılmamış olan kilitli kısımlarına yüklemiştir. Başka bir deyişle, bu sarsıntı, Kumburgaz fayının geri kalanını ve potansiyel olarak komşu Adalar segmentini, kırılma noktasına bir adım daha yaklaştırmıştır. Bu durum, büyük depremin gerçekleşme olasılığını artırmış ve belki de beklenen zamanını öne çekmiş olabilir.
Bilimsel Tartışmalar ve Farklı Senaryolar
Bilim dünyasında, Marmara depremiyle ilgili genel bir konsensüs olmakla birlikte, detaylarda farklı senaryolar da tartışılmaktadır.
- Ana Akım Görüş: Prof. Dr. Naci Görür gibi birçok yer bilimcinin desteklediği bu görüşe göre, 23 Nisan depremi, Kumburgaz fayının kritik düzeyde yüklendiğini ve Mw 7.2-7.6 büyüklüğündeki tek ve yıkıcı bir depremin yaklaştığını gösteren en ciddi uyarıdır.
- Alternatif Görüşler: Prof. Dr. Şener Üşümezsoy gibi bazı araştırmacılar ise Marmara’daki riskin tek bir devasa depremden ziyade, fay sisteminin farklı segmentlerinin bir dizi daha küçük (örneğin Mw 6.5-7.0 aralığında) depremlerle kırılabileceği senaryosunu öne sürmektedir.
Silivri depremi, bilim insanları için de paha biçilmez bir veri kaynağı olmuştur. Öncesinde tamamen kilitli olduğu varsayılan fayın bir parçasının kırılması, fayın homojen bir yapıya sahip olmadığını ve içinde daha kolay kırılabilecek pürüzler barındırdığını göstermiştir. Bu yeni veri, deprem tahmin modellerinin kalibre edilmesini ve bir sonraki kırılmanın nerede başlayıp nasıl ilerleyebileceğine dair daha hassas tahminler yapılmasını sağlayacaktır.
Bu deprem, “beklenen deprem” bilmecesinin önemli bir parçasını aydınlatmıştır. Ancak hangi senaryo gerçekleşirse gerçekleşsin, değişmeyen tek gerçek, İstanbul’un ve Marmara Bölgesi’nin acilen depreme hazırlanması gerektiğidir.
İstanbul’un Kırılganlığı: Zemin ve Yapı Stoku Gerçeği
Bir depremin yıkıcılığını belirleyen tek faktör fayın büyüklüğü değildir. Depremin meydana geldiği bölgenin zemin özellikleri ve üzerindeki yapıların kalitesi, hasarın boyutunu doğrudan etkiler. 23 Nisan depremi, İstanbul’un bu alanlardaki kronik zaaflarını bir kez daha hatırlatmıştır.
Zeminin Rolü: Büyütme ve Sıvılaşma
Depremin merkez üssüne olan uzaklık, hasar dağılımını açıklamakta her zaman yeterli olmaz. Zemin koşulları, sismik dalgaların davranışını kökten değiştirir. Özellikle İstanbul’un Avrupa Yakası’nın Marmara kıyı şeridinde yer alan Silivri, Büyükçekmece, Avcılar, Küçükçekmece, Bakırköy ve Zeytinburnu gibi ilçelerin zemin yapısı, büyük ölçüde alüvyon ve gevşek tortul kayaçlardan oluşur.
Bu tür zeminler, deprem dalgalarını bir amplifikatör gibi büyüterek (zemin büyütmesi) sarsıntının şiddetini katlar. Ayrıca, suya doygun kumlu ve siltli zeminler, şiddetli sarsıntı sırasında taşıma kapasitelerini kaybederek bir sıvı gibi davranabilirler.
Sıvılaşma adı verilen bu olay, üzerindeki binaların yan yatmasına veya zemine batmasına neden olarak toptan göçmelere yol açabilir.
Mutlaka Okuyun: İstanbul Depremi Riskli İlçeler | Yüksek Riskli Bölgeler Hangileri? (2024)
Yapı Stoku Gerçeği
İstanbul’un en büyük Aşil topuğu, yaşlı, yorgun ve mühendislik standartlarına uymayan yapı stokudur. İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) ve Kandilli Rasathanesi tarafından hazırlanan deprem senaryolarına göre, Mw=7.5 büyüklüğündeki bir depremde İstanbul’daki binaların yaklaşık %17’sinin (yaklaşık 194,000 bina) orta, ağır veya çok ağır hasar görmesi beklenmektedir.
En büyük riski, 1999 Gölcük depremi öncesi yönetmeliklere göre inşa edilmiş, yeterli denetim ve mühendislik hizmeti almamış binalar taşımaktadır. Bu yapılar, hem malzeme kalitesi hem de sismik tasarım açısından günümüz standartlarının çok gerisindedir.
İkincil Tehlikeler: Altyapı ve Endüstriyel Tesisler
Olası bir büyük deprem, sadece konutları değil, şehrin yaşam damarları olan altyapı sistemlerini de hedef alacaktır. İBB senaryosuna göre, İSKİ su şebekesinde 463, atık su şebekesinde ise 1045 noktada onarım ihtiyacı oluşabilir. Yaklaşık 86,500 binanın doğal gaz servis kutusu devre dışı kalabilir ve İGDAŞ istasyonlarının %40’ı orta ve üstü seviyede hasar görebilir. Bu durum, deprem sonrası yangın riskini artıracak ve arama-kurtarma çalışmalarını zorlaştıracaktır.
Bu risklere ek olarak, Silivri açıklarında, aktif fay hattının çok yakınında bulunan deniz altı doğal gaz depolama tesisi, özel bir endişe kaynağıdır. Natech (Doğal Afet Tetikli Teknolojik Afet) olarak adlandırılan bu risk, büyük bir deprem sırasında tesiste meydana gelebilecek bir hasarın, gaz sızıntısı ve patlamaya yol açma potansiyelini ifade eder. Uzmanlar, böyle bir olayın “İstanbul’a atom bombası düşmüş etkisi yaratabileceği” uyarısında bulunmaktadır.
Bilim Işığında Hazırlık: Bireysel ve Toplumsal Sorumluluklar
23 Nisan depremi, deprem hazırlığının ertelenemez bir zorunluluk olduğunu göstermiştir. Bilimsel veriler ve AFAD gibi kurumların rehberliği, hem bireysel hem de toplumsal düzeyde atılması gereken adımları net bir şekilde ortaya koymaktadır.
Deprem Öncesi
- Bina Güvenliği: Atılacak en temel adım, yaşanılan binanın güvenliğinden emin olmaktır. Binanın risk durumu yetkili kurumlarca tespit ettirilmeli, riskli ise güçlendirme veya kentsel dönüşüm seçenekleri değerlendirilmelidir.
- Eşyaların Sabitlenmesi: Deprem sırasında yaralanmaların ve can kayıplarının önemli bir kısmı devrilen eşyalardan kaynaklanır. Dolaplar, kütüphaneler, buzdolabı ve ısıtıcılar gibi ağır eşyalar duvara sabitlenmelidir.
- Afet ve Acil Durum Çantası: Deprem sonrası ilk 72 saat kritik öneme sahiptir. Bu süre boyunca ihtiyaç duyulacak su, gıda, ilk yardım malzemeleri, fener, radyo, piller, önemli evrakların kopyaları ve kişisel hijyen ürünlerini içeren bir afet çantası hazırlanmalı ve kolay ulaşılabilir bir yerde tutulmalıdır.
- Aile Afet Planı: Aile bireyleriyle deprem anında ve sonrasında nasıl hareket edileceği konuşulmalıdır. Ev içinde ve dışında güvenli buluşma noktaları belirlenmeli, şehir dışındaki bir yakınınız iletişim kurulacak kişi olarak atanmalıdır.
Deprem Anı
- ÇÖK-KAPAN-TUTUN: Deprem anında yapılacak en doğru hareket, paniğe kapılmadan sağlam bir masa, sıra veya mobilyanın yanına diz üstü ÇÖKMEK, baş ve enseyi koruyacak şekilde KAPANMAK ve sarsıntı bitene kadar sağlam nesneye TUTUNMAKTIR.
- Yapılmaması Gerekenler: Sarsıntı sırasında merdivenlere, asansörlere, balkonlara veya çıkışlara koşmak son derece tehlikelidir. Araştırmalar, yaralanmaların çoğunun bu esnada olduğunu göstermektedir. Pencerelerden ve devrilebilecek eşyalardan uzak durulmalıdır.
Deprem Sonrası
- Güvenli Tahliye: Sarsıntı durduktan sonra, etraf kontrol edilerek güvenli bir şekilde binadan çıkılmalıdır. Çıkmadan önce elektrik, su ve doğal gaz vanaları kapatılmalıdır. Gaz kokusu varsa kesinlikle elektrik düğmelerine dokunulmamalı ve ateş yakılmamalıdır.
- Toplanma Alanları: Önceden belirlenmiş acil durum toplanma alanlarına gidilmeli, yollar acil durum araçları için açık bırakılmalıdır.
- İletişim: Telefon hatlarının kilitlenmemesi için acil durumlar dışında arama yapılmamalı, iletişim için SMS veya internet tabanlı mesajlaşma uygulamaları tercih edilmelidir.
- Hasarlı Binalardan Uzak Durma: Ana depremden sonra devam edecek olan artçı şoklar, hasarlı binaların yıkılmasına neden olabilir. Bu nedenle, yetkililer güvenli olduğunu belirtmeden kesinlikle hasarlı binalara girilmemelidir.
Sonuç: Bir Uyarı Olarak 23 Nisan ve Geleceğe Bakış
23 Nisan 2025 Silivri depremi, Marmara Denizi’nin altındaki jeolojik saatin ilerlediğini ve beklenen büyük İstanbul depremi sürecinde kritik bir aşamaya gelindiğini gösteren, göz ardı edilemez bir bilimsel kanıttır. Bu sarsıntı, 259 yıldır enerji biriktiren kilitli Kumburgaz fayının, üzerindeki stresi artık taşıyamadığının ve kırılma noktasına yaklaştığının en net işaretidir.
Bu deprem bir felaket değildi; ancak daha büyük bir felaketi önlemek için doğanın bize verdiği son ve en ciddi uyarıydı. Bilim, tehlikenin yerini, potansiyel büyüklüğünü ve yaratabileceği etkileri yıllardır ortaya koymaktadır. 23 Nisan Silivri depremi, bu bilimsel öngörülerin ne kadar isabetli olduğunu acı bir tecrübeyle teyit etmiştir. Artık bilimin sesine kulak vermek ve hazırlıkları hem bireysel hem de toplumsal ölçekte en üst seviyede hızlandırmak bir tercih değil, mutlak bir zorunluluktur.
Geleceği tam olarak tahmin edemesek de, bilimin ışığında ona hazırlanabiliriz. Bu deprem, Marmara Bölgesi için zamanın daraldığını ve her bireyin, her kurumun ve devletin üzerine düşen sorumluluğu derhal ve eksiksiz bir şekilde yerine getirmesi gerektiğini bir kez daha hatırlatmıştır. Unutulmamalıdır ki, Ahmet Mete Işıkara‘nın da söylediği gibi, deprem değil bina öldürür.